Aşk ile uyandım aradım derman,
Bu derde dermanım Pir Hacı Bektaş.
Leyl,ü nehar yandım tâ bulam derman,
Derdime derman Pir Hacı Bektaş.
Tabibe varmayan cahildir nadan,
Başında hazırdır kılıncı uryân,
Tabîb oldu mu’in ol şah-ı merdan,
Derdime dermanım Pir Hacı Bektaş.
Kalbim Ruşen oldu layemut buldu,
Tenim uryan oldu kenduyu buldu.
Dü-cihan perdesi anda ref oldu.
Gönlümün ziyası Pir Hacı Bektaş.
Muharrem Mahzuni pir’e dayandı,
Çerağımız Kırkbudak’tan uyandı.
Kırklar meydanında gülbank çekildi.
Hayır himmet verdi Pir Hacı Bektaş.
(Muharrem Mahzuni)
Pirimiz Anadolu’ya geliyor. Menakıbnameler yazılmaya başlanıyor. Her menakıbnamenin arkasında bir gerçek gizlidir. Taşları yürütmek derken verilmek istenen mesaj nedir? “Taş gibi hareketsiz ve ölü hale getirilmek istenen Türk kültürünü ve ruhunu canlandırmak ve yürütmek, ayağa kaldırmaktır. Evet bu bir keramettir.
Nedir cansız duvarları yürütmek?
Ruhsuz ve cansız bir hale getirilmek istenen bir ulusu kendine getirip, işler duruma sokmak, toplumsal dayanışmayı ve güveni sağlamaktır. Baskı altında ki halkın gücünü ve birliğini açığa çıkarmak ve yürütmektir.
Beş taşları konuşturmak ne demektir?
Taş sessizliği içinde ki bir ulusu, konuşan, hakkını arayan, zalime ve haksızlığa boyun eğmemeyi öğretip taş sessizliğinden yani esaretten kurtarmaktır. Devletin dili Arapça ve Farsça’dır. Devletin dilini halk, halkın dilini devlet anlamamaktadır. Yani dili bağlı olan ulusun öz dilini açmak, sözüne ve sazına ses vermektir.
Gönlündeki ışığı sadece Anadolu’nun çilekeş insanlarına değil, Balkanlara, Budapeşte’ye kadar bütün karanlıkta kalmışların yoluna, gözüne, gönlüne serpiyor.
Anlamadan değil, anlayarak inanmak, korku yerine sevgiyi, inancı kültür emperyalizmin boyunduruğundan kurtarıp gerçek kimliğine, Türk diline, hal ilmine dönüştürür.
Kabuğunda değil, kabuğun içindeki meyveyi esas almak onu tanımak lazımdır. Her insanın özünde bir “ben” vardır o beni tanımak ve bilmektir. İşte Anadolu insanı o ben’ine kavuşuyor ve dünya hükümranlığına kavuşacak olan bir imparatorluğu kuruyor. O imparatorluğun silahlı kuvvetleri olan yeniçeri ocağının da piri oluyor. Bir ulusun belkemiği silahlı kuvvetleridir. İşte Anadolu’nun fethi ve birliği…. Bunları yaparken de Topsuz, tüfeksiz gönüller fethederek yapıyor. İnkar edin bakalım, kendinizi inkar edin. Avrupa da engizisyon mahkemeleri kurulurken Anadolu’da bunlar yaşanıyordu. Ve bunun adı da Alevilikti…….
Bu mana sultanları veliler işte o ben’imizi tanıtmışlar, insan olmanın okulu olmuşlardır. Amaç, tek sevgiliye ulaşmak ve gerçeği görmektir. Çünkü, bilmeden varılmaz, varılmadan da görülmez, görülmeden de sevilmez.
Bir tasavvuf erbabı şöyle der; “Mevlevilik olmasa klasik musikimiz, Alevilik olmasa Türk kültürü ve halk edebiyatı olmazdı.” (Cafer Sadık Bektaş Baba)
Hz. Peygamber efendimiz; “Hikmet’i ehli olmayana öğretmeyin… Zira o hikmete zulmetmiş olursunuz. Fakat hikmet’i ehli olandan da esirgemeyin. O zamanda ehline karşı zulmetmiş olursunuz.” Pirimizin sözleri de ehli olanlara, insan olanlaradır. O gün onu anlayamayanlar, ne yazık ki bu günde anlamakta, idrak etmekte zorluk çekmektedirler.
Ehli olanlara Pirimiz 700 yıl önce seslenmiş:
• Dört türlü cömertlik vardır: Mal cömertliği: Zenginlere mahsus, Ten cömertliği: Gazilere mahsus, Gönül cömertliği: Ariflere mahsus, Can cömertliği: Aşıklara mahsustur.
• Tasavvuf ve afiyet bir araya gelemezler. Tasavvuf, Tanrıdan ayrı nesneden bezgin, küskün olmak, masiva’dan çözülmektir.
• Kendisinden gezi için izin istemeye gelen bir dervişle şu konuşma olmuş:
– Niçin seyahat ediyorsun?
– Akmayan su bozulur diye.
– Neden deniz olmuyorsun, hem akmaz hem de bozulmazsın?
• Beş şey en yazık olanıdır: Güneşe karşı yanan ışık, görmeyen bir göze karşı güzel yüz, çorak tarlaya karşı güzel yağmur, karnı tok olana karşı nefis bir yemek ve ahmak adama karşı doğru söz.
• Hakk’a sadık, halka insaflı ol. Büyüklere himmet ve saygı, küçüklere şefkat,
düşmanlara yumuşaklık, dostlara vefa, nefse hakimiyet, dervişlere cömertlik, bilginlere alçakgönüllülük göster ve cahillere sükut et.
• Devrin Sultan’ı, Hazret-i Pir’e: “Benden bir şey iste…” demiş. Hazret-i Pir: “Bana sinek yaklaştırma” buyurmuş. Sultan:
- Ben sineğe buyruk verecek kadar yetkili ve yetenekli değilim… deyince:
- Bir sineğe hükmedemeyen bana ne verebilir ki? Diye buyurmuşlardır.
• Cennet için ibadet geçersizdir.
• İyiliğe karşı kötülük hayvanlıktır.
• İbadetin yeri başka, işin yeri başkadır.
• Ayağa kalkarsan hizmet kastiyle kalk, eğer konuşacak olursan
hikmetle konuş, oturacağın zaman hürmetle otur.
• İnsanın değeri taşıdığı vicdanın ağırlığı ile ölçülür.
• Karşındakinin iyi olmasını isteyen, kendi iyi olmalıdır.
• Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
• Kadınları okutunuz, kadını okumayan milletler, yükselemez.
İnsan gerçek benliğini bulmalı ve hakikatini görmelidir. Gerçeği aramak ve yaşama sevinciyle dolmaktır. Yaşamımızı, evrenin gerçeklerine uydurmak; miskince bir tevekkül değil, hırs ve tamahtan uzak başarılı bir yaşama kavuşturmaktır. Bilgi , tüm ulusa lazımdır. Okumak, erkeğe olduğu kadar kadına da gereklidir. Pirimiz, bu farklılığı 700 yıl önceden görmüş ve kaldırmıştır. Yüzyıllar sonrasına bile söz yürütecek bir yaşam, yaşayış, canlılık aşk ve şevk içerisinde bir insanlık ideali…..İşte O, bunu gerçekleştirmiştir.
Baba erenlere sormuşlar:
-Baba erenler 100 yaşına geldin, bize söyleyeceğin nedir? Baba cevap verir:
-Vallah evlat, yazın çamaşır astım kurudu, kışın hoşaf yaptım soğudu…der.
Yani, her iş, her olay doğadaki haline koşullarına göre olduğunu belirtmiştir.
Evliyâdan gelen kelâm, okunun Kur’an değil mi?
Gerçek Veli’nin sözleri, Sure-i Rahman değil mi?
Çûn seni Hakk yarattığı, kendûye mir’at ettiği,
Tecelli-i zât ettiği Suret-i İnsan değil mi?
Hakk haberin dinleyene, candan kabul eyleyene,
Hakkı bilip anlayana, sözümüz burhân değil mi?
Gerçek elini tutmayan, gönlü ana perkitmeyen,
Hakk-ı Batıl’ı seçmeyen, câhil-ü nâdân değil mi?
Ey Kaygusuz halin nolâ, gitmez isen doğru yola?
Hakk kerem itse bir kula, Hakikat ıyân değil mi?
(Kaygusuz Abdal)
Yüce kitabımızı, kendisinin de anlamadığı bir dilden ölü kitabı yapanlar velileri nasıl anlayabilirler ki! Anlayamadıkları içinde: “Türbeleri ziyaret etmeyin, Allah’a şirk koşmayın”, diye fetva verirler. Oysa bir ayette: “Gözünüzü açın! Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur.. tasaya da düşmez onlar,” (Yunus,62) der.
Dinin özünü kavrayanlardan olan sayın Nurettin Topçu günümüzün din anlayışına teşhisi ne güzel koymuştur:
“Bugün yapılması gerekli bir ıslahat, dinin ruhu demek olan tasavvufla, ona uygun şekiller arayan şeriatın uzlaştırılması olmalıdır. Bu, ruhlar alemine yapılacak bir müdahale olacaktır. Buna muvaffak olmak için şiddete, ithama (suçlamaya), gayza (öfkeye), galeyana veda etmeliyiz. İbadetlerimizde kemiyetin (niteliğin) bize, keyfiyetin (niteliğin) Allah’a ait olduğunu bilerek sayı sayma heveslerini çocukluğumuza bırakalım.
Dualarımızda, dağın ardındaki sağırlara haykırma değil de, bize bizden daha yakın olan Allah’a çevrilme ve ona sığınma hali olduğunu unutmayalım. Allah’ı bırakıp halka yaranmak için haykıran ma’bed (tapınak) artistlerine haddini bildirelim.”
Pirim seni özlediyip dergâhına geldik, ışığının altında olmak ne güzel… Sazımız sana olan hasrete feryat ediyor…Pirim duyuyor musun…..
Varayım dedim huzura
Yüz yıl geldi gün, efendim!
Senden ayrı dura dura
Fakirin üzgün, efendim!
Canda, tende Hakk yoldaşım
Yoluna fedadır başım
Sultanım, Hacı Bektaş’ım
Aşk olduk bugün, efendim!
Sensin anam, babam, atam
Sensin gönlümüzde temam
Has bahçemiz buram buram
Kokuyor gülün, efendim!
Evlatların birliktedir
Tatlı tatlı dirliktedir
Halleri fakir’liktedir
Günleri düğün, efendim!
Demir asa, demir çarık
Susuz dudaklarım yarık
Göğsüm aşkınla kabarık
Sendeyim bugün, efendim!
Kabe bildim, geldim sana
Dağlar dolana dolana
Nazar kıl Bedri Noyan’a
Halini gördün, efendim!
(Bedri Noyan)
Her canlı Hakk’a yürüyor, yani eskiyor. Her eskiyen de bir diriye tohum oluyor. Horasan erenlerinin tohumları bu ülkede kurumayacak ve de kurutamayacaklardır. Hacı Bektaş Veli Türk halkına getirdiği ulusal ve insancıl düşünüşü, inanış ve yaşayışı unutturmadan aydınlığa çıkarmak ve sonsuza kadar pirimizi ve yüce yolunu anmak, yaşatmak dileğiyle gerçeğin ışığı hiç sönmesin…