Hacı Bektaş-ı Veli 13. Yüzyılda Yetişmiş Ünlü Bir Türk Düşünürü ve Gönül Adamıdır

Hacı Bektaş-ı Veli 13. yüzyılda yetişmiş ünlü bir Türk düşünürü ve gönül adamıdır. Horasan'ın Nişabur (Nişapur) kentinde doğan , Ehl'i-Beyt Okuluna mensup Türk mutasavvıf . Annesi Hatem Hatun, babası Seyyit İbrahim Sani'dir. Ve her ikisi de Türk soyundandır. Hacı Bektaş Veli'nin çeşitli kaynaklarda doğum ve ölüm tarihleri değişik gösterilmektedir. Bazı kaynaklarda doğumu 1248, Anadolu'ya gelişi 1270-1280 yıllan arası, ölümü ise 1337 olarak, bazı kaynaklarda ise doğumu 1209, ölümü 1271 olarak yazılmaktadır. Doğum ve ölümü için 1209-1271 tarihleri daha tutarlı görünmekle birlikte, 1248-1337 tarihlerini savunanlar fikirlerini Osmanlı sultanları ve Yeniçeriler ile bizzat görüştüğü savına dayandırmaktadırlar. 
Ancak, tıpkı Hacı Bektaş Veli'nin Ahmet Yesevi'nin (1093-1166) ölümünden hayli bir süre sonra onun dergahında ve onun öğretileriyle yetişmiş olmasında bir aykırılık bulunmadığı gibi, 1362'de kurulan Yeniçeri Ocağı'nın Hacı Bektaş Veli'yi onun ölümünden sonra pir olarak benimsemiş olmalarında bir imkansızlık bulunmamaktadır. Günümüzde de pek çok kimse ölmüş kişilerin öğretilerini takip etmektedir. Akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş Veli'nin kişiliğinin temel ilkesi dürüstlüktü. İlk eğitim ve öğrenimini Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi kültür ocağından alarak, çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan'da engin bir bilgi birikimine ve geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur. Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu'ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulduğu, yönetimde bölünmelerin ortaya çıktığı bir döneme rastlamaktadır.Hacı Bektaş Veli Kırşehir yöresindeki Suluca Karahöyük'e (Hacımköy) yerleşmiş, Orta Anadolu'yu dolaştıktan sonra Anadolu kültürünü, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerini özümseyerek yeni bir bilim ve öğreti merkezi kurmuş ve Bektaşilik geleneği bu merkezden tarih sahnesine çıkmıştır. Burada çok sayıda öğrenci de yetiştiren ve Yeniçeri ocağının da piri olarak bilinen Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu birliğinin sağlanmasına önemli katkıları olmuştur. Hacı Bektaş Veli mirası ayrıca, Osmanlı Devleti döneminde, hem Yeniçeri ocağının piri sıfatıyla, hem de Bektaşilik geleneğinin Balkanlardaki yerli halklar açısından kolaylıkla özümsenebilecek yönleri bulunması nedeniyle, başta Arnavutluk ve Makedonya gelmek üzere, İslamiyet'in bu coğrafyada yayılmasında temel bir rol oynamıştır. 
Hacı Bektaş Veli, Türk dili ve kültürünün yabancı etkilerden ve her türlü yozlaşmalardan korunması çabalarını ömrü boyunca sürdürmüştür. Ortaya koymuş olduğu birleştirici ve yükseltici öğreti her türlü bağnazlıktan uzak, çağa uyan ilkeler haline gelmiştir. Hacı Bektaş Veli ibadet ve günlük yaşamda kadını erkeğin yanına almıştır. Güzel sanatlara sevecenlikle bakmış, Dergah'ta öğretisini yaşama geçirmiştir.
Makalât, Fevaio. Şadhiyye ve Şerh-i Besmek isimli eserlerinin olduğu bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli'nin hayatını ve kerametlerini anlatan Velâyetname hakkındaki en önemli temel kaynaktır. Bu meyanda, öğretilerinin temelleri hakkında fikir verici özellikteki aşağıdaki özdeyişlere başvurulabilir. · İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. · Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu. · Eline, beline, diline sahip ol. · Murada ermek sabır iledir. · Araştırma açık bir sınavdır.
 
Nebiler, Veliler insanlığa tanrının bir hediyesidir. · Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız. · Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız. · Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme. · İnsanın cemali sözünün güzelliğidir. · Marifet ehlinin ilk makamı edeptir. · Arifler hem arıdır, hem arıtıcı. · Her ne ararsan kendinde ara. · Bir olalım, iri olalım, diri olalım Eski Suluca Karahöyük bugünki Hacıbektaş şehirinde, Nevşehir ilinde türbesi bulunmaktadır HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ'NİN ESERLERİ Fevâ’idnâme Eserin yazması Türkçe’ye çevrilmiş ve basılmıştır. Eser muhtevâ olarak Makâlât’la çok büyük benzerlikler göstermektedir. Dîni, ahlâki ve tasavvufî konuları ihtivâ eder. Fâtiha Sûresi Tefsiri Hacı Bektaş Velî’nin böyle bir eseri bulunduğunu ilk defa Fuat Köprülü haber vermiştir. Şathiyye Hacı Bektaş Velî’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyyesi olduğunu Abdülbâki Gölpınarlı nakletmektedir. Hacı Bektaş Velî’nin Nasîhatları Hacı Bektaş Velî’ye ait nâsihat ve vasiyyetler, bir nüshası Hacı Bektaş İlçesi Halk Kütüphanesinde kayıtlı olan ve Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâidi Tarîkat” müteakiben kaydedilmiştir. Besmele Şerh-i Bir nüshası Manisa Kütüphanesinde bulunan bu eser Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Eser, Hacı Bektaş Velî’nin Besmele Tefsiri adıyla yayınlanmıştır. 
Hacı Bektaş Velî bu eserinde Besmelenin mânâ ve rûhunu yorumlar. Bunu yaparken de âyet, hadîs ve birtakım kıssalardan deliller getirir. Hacı Bektaş Velî’nin Şerh-i Besmele isimli eseri, genellikle ilâhi merhamet ve hoşgörü konusunu işlemektedir. Bu eserde Rüştü Şardağ tarafından 1985 yılında Manisa İl Halk Kütüphanesindeki el yazmaları arasından bulunarak, aynı yıl yayınlanmıştır. Makâlât Sefer Aytekin, Prof.Dr. Esad Çoşan ve Mehmet Yaman tarafından yayımlanan Makâlât’ın aslı Arapça’dır.  
Velâyetnâme’de Said Emre’nin Makâlât’ı Türkçeye çevirdiği söylenir. Oldukça zengin bir nüsha özelliğine sahip olan eserin manzûm ve mensûr olarak kaleme alınmış nüshaları da bulunmaktadır. Makâlât, bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam tertibi üzere kaleme alınmıştır.
Dört kapı (Şerîat-Tarîkat-Marifet-Hakikat), kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabûl ve takip ettikleri bir sülûk anlayışıdır. Hacı Bektaş Velî’nin dünyevi, dîni ve tasavvufî konularındaki duygularını, düşüncelerini ve nihayet bütünüyle “insan imajını” en açık, sade, anlaşılır, tabiî söyleyişlerle ortaya koyduğu eseri hiç şüphesiz “Makâlât”dır. Makâlât; Şerîat, Tarîkat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamından bahseder. Makâlât’ta; tasavvuftan, kalp ahvalinden, zâhid, ârif ve muhiblerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir. 
Makâlât’ın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine ve Hz.Peygamber’in Hadîs-i şeriflerine dayandırılmış olmasıdır. Bazı bölümlerinde, konular sadece âyetler zikredilerek anlatılmaya çalışılmıştır. Sekiz ayrı bölümden oluşan Makâlât’ın, birinci bölümünde; “Anâsır-ı Erbaa”, yani; hava, su, toprak ve ateş’ten ibaret dört unsura bağlı olarak, dört çeşit Müslüman imajı tipi bulunduğundan bahisle, bunların sırasıyla; Âbidler, Zâhidler, Marifet Ehli ve Muhibler olduğu belirtilir.

Türk Dilinin Rehberidir Hünkar Hacı Bektaş Veli

Türk dilinin rehberidir
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Aşıkların serdarıdır
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Özü ile sözü Türkçe
Kalem ile yazı Türkçe
Sen öğrettin bize Türkçe
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Velilerin velisisin
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Er Türklerin birisisin
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Horasan ilinden geldin
Osmancık'a öğüt verdin
Dört köşeye yetip erdin
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Sen inkılapçı bir ruhsun
Sevgililer için şuhsun
Bize ikinci bir Nuh'sun
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Karahöyük'te oturdun
Abadolu oldu yurdun
Sen milli bir devlet kurdun
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Kitaplar açar kaparım
Nurdan çelenkler yaparım
Türk olduğuna taparım
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Pirin Ahmet Yesevi'dir
Yerin kalbimin evidir
Kulun vahit Alevi'dir
Hünkar Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli'nin Görevi

HACI BEKTAŞ VELİ
“Kırk Budak’ta şema yanar
Dolusun içenler kanar
Aşıkların sema döner
Hünkar Hacı Bektaş Velî…”


Akılcılığa ve bilime inanan bir Allah velisidir. İlk eğitimini ve öğrenimini Türkistan Piri Hace Ahmet Yesevi kültür ocağından alarak, çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan da engin bir bilgi birikimine ve geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur.
Hacı Bektaş Velî, tarihçi Alî’nin “Künhü’l-Ahbar” adlı eserinde Lokman-ı Perende’nin öğrencisi, Lokman-ı Perende ise Hace Ahmed Yesevi’nin tanınmış bir halifesi olarak sunulmaktadır. Yine Bektaşi kaynaklarında olduğu gibi o da Hacı Bektaş-ı Velî’yi Oniki İmamlar soyuna bağlamaktadır.
Hacı Bektaş Velî, Hace Ahmed Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra Piri Lokman Parende’den emanetleri ve icâzeti alır.
Pirinin:
“Müjde olsun ki; «Kutb’ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik” demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmede ki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Türkistan Pîri Hace Ahmed Yesevî’nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak amacıyla, Hace Ahmed Yesevî’nin isteği ve işareti üzerine Anadolu’ya gelmiştir.
Hacı Bektaş Velî’nin, kesin olarak tarih belli olmamakla birlikte, tahminen Milâdi 1275-1280 yılları arasında Anadolu’ya geldiği kabul edilmektedir. Bu yıllarda Anadolu bir yandan Moğol istîlâsı altında ezilirken, bir yandan da büyük bir siyâsi ve ekonomik buhran ile beraber, taht kavgalarına sahne oluyordu. Böyle bir ortamda Anadolu’ya gelen ve Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı bir Türklük merkezi tesis etmek isteyen Hacı Bektaş Velî; bugünkü ismi Hacı Bektaş (O zaman yedi haneli bir köy ve adı Sulucakarahöyük) olan yere gelerek buraya yerleşir.
Çok sayıda öğrenci yetiştiren ve yeniçeri ocağının da Piri olarak bilinen Hünkâr Hacı Bektaş Velî Anadolu birliğinin sağlanmasına yardımcı olmuştur. Türk dili ve kültürünün yabancı etkilerden ve her türlü yozlaşmalardan korunması çabalarını ömrü boyunca sürdürmüştür. Ortaya koymuş olduğu birleştirici ve yükseltici öğreti her türlü bağnazlıktan uzak, çağa uyan ilkeler haline gelmiştir. Hünkâr Hacı Bektaş Velî ibadet ve günlük yaşamda kadını erkeğin yanına almıştır. Güzel sanatlara sevecenlikle bakmış, Dergah’ta öğretisini yaşama geçirmiştir.

Hacı Bektaş Veli

Aşk ile uyandım aradım derman,
Bu derde dermanım Pir Hacı Bektaş.
Leyl,ü nehar yandım tâ bulam derman,
Derdime derman Pir Hacı Bektaş.

Tabibe varmayan cahildir nadan,
Başında hazırdır kılıncı uryân,
Tabîb oldu mu’in ol şah-ı merdan,
Derdime dermanım Pir Hacı Bektaş.

Kalbim Ruşen oldu layemut buldu,
Tenim uryan oldu kenduyu buldu.
Dü-cihan perdesi anda ref oldu.
Gönlümün ziyası Pir Hacı Bektaş.

Muharrem Mahzuni pir’e dayandı,
Çerağımız Kırkbudak’tan uyandı.
Kırklar meydanında gülbank çekildi.
Hayır himmet verdi Pir Hacı Bektaş.
(Muharrem Mahzuni)

Pirimiz Anadolu’ya geliyor. Menakıbnameler yazılmaya başlanıyor. Her menakıbnamenin arkasında bir gerçek gizlidir. Taşları yürütmek derken verilmek istenen mesaj nedir? “Taş gibi hareketsiz ve ölü hale getirilmek istenen Türk kültürünü ve ruhunu canlandırmak ve yürütmek, ayağa kaldırmaktır. Evet bu bir keramettir.
Nedir cansız duvarları yürütmek?

Ruhsuz ve cansız bir hale getirilmek istenen bir ulusu kendine getirip, işler duruma sokmak, toplumsal dayanışmayı ve güveni sağlamaktır. Baskı altında ki halkın gücünü ve birliğini açığa çıkarmak ve yürütmektir.
Beş taşları konuşturmak ne demektir?

Taş sessizliği içinde ki bir ulusu, konuşan, hakkını arayan, zalime ve haksızlığa boyun eğmemeyi öğretip taş sessizliğinden yani esaretten kurtarmaktır. Devletin dili Arapça ve Farsça’dır. Devletin dilini halk, halkın dilini devlet anlamamaktadır. Yani dili bağlı olan ulusun öz dilini açmak, sözüne ve sazına ses vermektir.
Gönlündeki ışığı sadece Anadolu’nun çilekeş insanlarına değil, Balkanlara, Budapeşte’ye kadar bütün karanlıkta kalmışların yoluna, gözüne, gönlüne serpiyor.

Anlamadan değil, anlayarak inanmak, korku yerine sevgiyi, inancı kültür emperyalizmin boyunduruğundan kurtarıp gerçek kimliğine, Türk diline, hal ilmine dönüştürür.

Kabuğunda değil, kabuğun içindeki meyveyi esas almak onu tanımak lazımdır. Her insanın özünde bir “ben” vardır o beni tanımak ve bilmektir. İşte Anadolu insanı o ben’ine kavuşuyor ve dünya hükümranlığına kavuşacak olan bir imparatorluğu kuruyor. O imparatorluğun silahlı kuvvetleri olan yeniçeri ocağının da piri oluyor. Bir ulusun belkemiği silahlı kuvvetleridir. İşte Anadolu’nun fethi ve birliği…. Bunları yaparken de Topsuz, tüfeksiz gönüller fethederek yapıyor. İnkar edin bakalım, kendinizi inkar edin. Avrupa da engizisyon mahkemeleri kurulurken Anadolu’da bunlar yaşanıyordu. Ve bunun adı da Alevilikti…….

Bu mana sultanları veliler işte o ben’imizi tanıtmışlar, insan olmanın okulu olmuşlardır. Amaç, tek sevgiliye ulaşmak ve gerçeği görmektir. Çünkü, bilmeden varılmaz, varılmadan da görülmez, görülmeden de sevilmez.
Bir tasavvuf erbabı şöyle der; “Mevlevilik olmasa klasik musikimiz, Alevilik olmasa Türk kültürü ve halk edebiyatı olmazdı.” (Cafer Sadık Bektaş Baba)

Hz. Peygamber efendimiz; “Hikmet’i ehli olmayana öğretmeyin… Zira o hikmete zulmetmiş olursunuz. Fakat hikmet’i ehli olandan da esirgemeyin. O zamanda ehline karşı zulmetmiş olursunuz.” Pirimizin sözleri de ehli olanlara, insan olanlaradır. O gün onu anlayamayanlar, ne yazık ki bu günde anlamakta, idrak etmekte zorluk çekmektedirler.

Ehli olanlara Pirimiz 700 yıl önce seslenmiş:
• Dört türlü cömertlik vardır: Mal cömertliği: Zenginlere mahsus, Ten cömertliği: Gazilere mahsus, Gönül cömertliği: Ariflere mahsus, Can cömertliği: Aşıklara mahsustur.
• Tasavvuf ve afiyet bir araya gelemezler. Tasavvuf, Tanrıdan ayrı nesneden bezgin, küskün olmak, masiva’dan çözülmektir.
• Kendisinden gezi için izin istemeye gelen bir dervişle şu konuşma olmuş:
– Niçin seyahat ediyorsun?
– Akmayan su bozulur diye.
– Neden deniz olmuyorsun, hem akmaz hem de bozulmazsın?
• Beş şey en yazık olanıdır: Güneşe karşı yanan ışık, görmeyen bir göze karşı güzel yüz, çorak tarlaya karşı güzel yağmur, karnı tok olana karşı nefis bir yemek ve ahmak adama karşı doğru söz.
• Hakk’a sadık, halka insaflı ol. Büyüklere himmet ve saygı, küçüklere şefkat,
düşmanlara yumuşaklık, dostlara vefa, nefse hakimiyet, dervişlere cömertlik, bilginlere alçakgönüllülük göster ve cahillere sükut et.
• Devrin Sultan’ı, Hazret-i Pir’e: “Benden bir şey iste…” demiş. Hazret-i Pir: “Bana sinek yaklaştırma” buyurmuş. Sultan:
- Ben sineğe buyruk verecek kadar yetkili ve yetenekli değilim… deyince:
- Bir sineğe hükmedemeyen bana ne verebilir ki? Diye buyurmuşlardır.
• Cennet için ibadet geçersizdir.
• İyiliğe karşı kötülük hayvanlıktır.
• İbadetin yeri başka, işin yeri başkadır.
• Ayağa kalkarsan hizmet kastiyle kalk, eğer konuşacak olursan
hikmetle konuş, oturacağın zaman hürmetle otur.
• İnsanın değeri taşıdığı vicdanın ağırlığı ile ölçülür.
• Karşındakinin iyi olmasını isteyen, kendi iyi olmalıdır.
• Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
• Kadınları okutunuz, kadını okumayan milletler, yükselemez.

İnsan gerçek benliğini bulmalı ve hakikatini görmelidir. Gerçeği aramak ve yaşama sevinciyle dolmaktır. Yaşamımızı, evrenin gerçeklerine uydurmak; miskince bir tevekkül değil, hırs ve tamahtan uzak başarılı bir yaşama kavuşturmaktır. Bilgi , tüm ulusa lazımdır. Okumak, erkeğe olduğu kadar kadına da gereklidir. Pirimiz, bu farklılığı 700 yıl önceden görmüş ve kaldırmıştır. Yüzyıllar sonrasına bile söz yürütecek bir yaşam, yaşayış, canlılık aşk ve şevk içerisinde bir insanlık ideali…..İşte O, bunu gerçekleştirmiştir.

Baba erenlere sormuşlar:
-Baba erenler 100 yaşına geldin, bize söyleyeceğin nedir? Baba cevap verir:
-Vallah evlat, yazın çamaşır astım kurudu, kışın hoşaf yaptım soğudu…der.
Yani, her iş, her olay doğadaki haline koşullarına göre olduğunu belirtmiştir.

Evliyâdan gelen kelâm, okunun Kur’an değil mi?
Gerçek Veli’nin sözleri, Sure-i Rahman değil mi?

Çûn seni Hakk yarattığı, kendûye mir’at ettiği,
Tecelli-i zât ettiği Suret-i İnsan değil mi?

Hakk haberin dinleyene, candan kabul eyleyene,
Hakkı bilip anlayana, sözümüz burhân değil mi?

Gerçek elini tutmayan, gönlü ana perkitmeyen,
Hakk-ı Batıl’ı seçmeyen, câhil-ü nâdân değil mi?

Ey Kaygusuz halin nolâ, gitmez isen doğru yola?
Hakk kerem itse bir kula, Hakikat ıyân değil mi?
(Kaygusuz Abdal)

Yüce kitabımızı, kendisinin de anlamadığı bir dilden ölü kitabı yapanlar velileri nasıl anlayabilirler ki! Anlayamadıkları içinde: “Türbeleri ziyaret etmeyin, Allah’a şirk koşmayın”, diye fetva verirler. Oysa bir ayette: “Gözünüzü açın! Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur.. tasaya da düşmez onlar,” (Yunus,62) der.
Dinin özünü kavrayanlardan olan sayın Nurettin Topçu günümüzün din anlayışına teşhisi ne güzel koymuştur:
“Bugün yapılması gerekli bir ıslahat, dinin ruhu demek olan tasavvufla, ona uygun şekiller arayan şeriatın uzlaştırılması olmalıdır. Bu, ruhlar alemine yapılacak bir müdahale olacaktır. Buna muvaffak olmak için şiddete, ithama (suçlamaya), gayza (öfkeye), galeyana veda etmeliyiz. İbadetlerimizde kemiyetin (niteliğin) bize, keyfiyetin (niteliğin) Allah’a ait olduğunu bilerek sayı sayma heveslerini çocukluğumuza bırakalım.

Dualarımızda, dağın ardındaki sağırlara haykırma değil de, bize bizden daha yakın olan Allah’a çevrilme ve ona sığınma hali olduğunu unutmayalım. Allah’ı bırakıp halka yaranmak için haykıran ma’bed (tapınak) artistlerine haddini bildirelim.”

Pirim seni özlediyip dergâhına geldik, ışığının altında olmak ne güzel… Sazımız sana olan hasrete feryat ediyor…Pirim duyuyor musun…..

Varayım dedim huzura
Yüz yıl geldi gün, efendim!
Senden ayrı dura dura
Fakirin üzgün, efendim!

Canda, tende Hakk yoldaşım
Yoluna fedadır başım
Sultanım, Hacı Bektaş’ım
Aşk olduk bugün, efendim!

Sensin anam, babam, atam
Sensin gönlümüzde temam
Has bahçemiz buram buram
Kokuyor gülün, efendim!

Evlatların birliktedir
Tatlı tatlı dirliktedir
Halleri fakir’liktedir
Günleri düğün, efendim!

Demir asa, demir çarık
Susuz dudaklarım yarık
Göğsüm aşkınla kabarık
Sendeyim bugün, efendim!

Kabe bildim, geldim sana
Dağlar dolana dolana
Nazar kıl Bedri Noyan’a
Halini gördün, efendim!
(Bedri Noyan)

Her canlı Hakk’a yürüyor, yani eskiyor. Her eskiyen de bir diriye tohum oluyor. Horasan erenlerinin tohumları bu ülkede kurumayacak ve de kurutamayacaklardır. Hacı Bektaş Veli Türk halkına getirdiği ulusal ve insancıl düşünüşü, inanış ve yaşayışı unutturmadan aydınlığa çıkarmak ve sonsuza kadar pirimizi ve yüce yolunu anmak, yaşatmak dileğiyle gerçeğin ışığı hiç sönmesin…